Ürün Özellikleri
Stok Kodu
9786259993010 Boyut
135-210- Sayfa Sayısı
216 Basım Tarihi
2023-07-19
Kapak Türü
Karton
Kağıt Türü
Kitap Kağıdı
Dili
Türkçe
Wells Tower çağdaş Amerikan edebiyatının en iyi yazarları arasında gösteriliyor.
Yazarın ilk öykü kitabı Her Şey Yanmış, Her Şey Yıkılmış The New York Times
Editör Seçkisi dahil birçok listeye alındı.
Tower işleri ters giden, hayatları bir anda tepetaklak olan insanları odağına alıyor.
Yine de umutları, minik de olsa yaşama tutunacak dayanakları var bu
karakterlerin. Atacak son bir kurşunları.
Karısı arabanın ön camındaki ayak izinin kendisiyle uyuşmadığını fark edince
evden kovulan bir adam. Üvey babası tarafından ısırılan bir genç. Ormanda
kaybolan leoparın gelip onu almasını bekleyen bir çocuk. Viking yağmacıları,
hayalperestler, başarısız mucitler, bahtsız babalar ve dik başlı oğullar.
Bu dünya darmadağın, her şey yanmış, her şey yıkılmış.
Wells Tower vahşi bir zekâ ile edebiyatta yepyeni bir sayfa açıyor.Tam biz ana karanın gündelik alışkanlıklarına geri dönerken, birisi Kuzey Denizi'nin
ötesindeki ejderhalar ve ekinlere musallat olan afetler hakkında konuşmaya başladı. Kim
olduğunu hepimiz biliyorduk. Yaklaşık son on yıldır ejderhalar ve ekinleri vuran afetler
konusunda büyücü hekim olarak tanınan ve aynı zamanda gümüş paraları bastıran herkese
savaş gereçleri getirdiği bilinen Naddod adında dönek bir Norveçli keşişti. Söylentilere göre
Naddod işlerini, geçtiğimiz güz Ekin Hasat Ayı'ndan sonra Northumbria'yı bir uçtan bir uca
yağmalayıp korku saldığımız seferde halkının başına bela olduğumuz Lindisfarne Adası'ndakibir manastırdan idare ediyormuş. Artık batıdan esen sert rüzgârlar uğulduyor, toprağı kasıp
kavuruyor ve yerdeki otları söküyordu. Benek benek yaralarla bezeli somonlar ortaya çıkıyor
ve doymak bilmez çekirgeler uğuldayarak öbek öbek buğdaylara yapışıyorlardı.
Ben bunları aklımdan çıkarmaya çalıştım. Hibernia kıyılarını yağmaladığımız üç uzun ay
boyunca evimizden uzak kalmıştık ve artık kadınım Pila'ya kavuşmuştum ve bu bitmeyen yaz
günlerinde yuvamızın cennete çok yakın olduğunu düşünüyordum. Evimizi Pila ile birlikte
inşa etmiştik. Geniş mavi bir fiyordun karanın karnına kama gibi saplandığı güzel bir ovada
çamur sıvalı dal örgü duvarlı şirin bir kulübeydi. Yaz akşamları genç karımla evimizin
önünde patates şarabından kafamız kıyak oturur ve güneşin turuncu eteğiyle ufku örtmesini
seyrederdik. Böyle zamanlarda, insan güzel mütevazı bir duyguya kapılıyor, sanki önce
Tanrılar bu yeri, bu ânı yaratmış da ardından sadece orada olup tadını çıkaralım diye bizi
yaratmış.
Bol bol sevişip hayatın tadını çıkarıyor ve yatakta Pila ile yan gelip yatıyordum, gerçi evin
yanı başından uğuldayarak esen keskin rüzgârları duyduğumda bunun ne anlama geldiğini
biliyordum. Birileri buradan gemiyle üç haftalık bir mesafeden yazımızın içine ediyordu ve
muhtemelen bundan dolayı kıçlarına kırbacı yapıştırmak gerekiyordu.
Elbette Sarışın Djarf daha karısı kıyıdan iç taraflara doğru kanat çırpan şu ejderhaları
görmeden önce saldırıya geçmeye dünden hazırdı. Kendisi gemimizin reisiydi ve savaş
delisiydi. Savaşma hırsı o kadar korkunç ve bulaşıcıydı ki bir keresinde Frenk kölelerden
oluşan bir grubu dolduruşa getirip güneye kendi yurttaşlarına eziyet edip zarar vermeye
yönlendirdi. Köleler durumu anlayana ve aniden tutumlarını değiştirene kadar dört gün gayet
iyi yağma yapmıştı. Köleler arkasından ona yetişip etrafını sardığında Djarf, Ren Vadisi'nin
içlerine doğru çarpışarak yol alıyor, çocuklardan ve çiftçilerden oluşan kıçı kırık yurttaşların
yedek askeri kuvvetleri arasından durmadan ilerliyordu. Orada bulunanlar Djarf 'ın tümüyle
vahşileştiğini ve iki geniş ağızlı savaş baltasıyla kudurmuş gibi saldırarak önündeki hatlarda
bulunanları mısır koçanındaki taneler gibi çiğnediğini ve baltaları kırıldığında, birinin kopmuş
bacağını alarak sopa olarak kullandığını, korkunç görüntüsü karşısında bu yumuşak
taşralıların geri çekilip kendisine gemiye kadar geniş bir yol açtığını söylüyorlar.
s. 197-198
Yorum yaz